Türkmeneli’nden Türk’ün dilinden Üzerine Pazarlıkların Bitmediği Şehir: KERKÜK Mahir Nakip [email protected] Geçmişin Hesabı Kerkük, petrol velvelesi başlamadan önce kendi halinde, hiç isyan yaşamamış, tamamen Türkmenlerden oluşan asude ve masum bir kültür şehri idi. Birinci Dünya Savaşında İngilizlerin Irak’a girmelerinin temel hedefleri Kerkük’ü işgal edip petrollerine hemen el koymaktı. Nitekim şehir ele geçer-geçmez petrol aramaları başlatıldı, kuyular kazıldı ve 1927 yılında da petrol üretimine başlandı. Kuşkusuz ki Kerkük’te petrol olmasaydı İngilizlerin iştahı kabarmayacak ve bu şehri belki de hiç işgal etmeyeceklerdi. 1935 yılında Başbakan Yasin El-Haşimi zirai bir proje bahanesiyle Havice çiftliğini kurarak Kerkük’te Araplaştırma politikasını başlatmış oldu. 1946 yılında proje bitti ve güneyden getirilen Ubeydi, Cuburi ve Hamdani (Sünni) Arap aşiretleri buralara yerleştirildi. Havice, 1965 yılında da ilçe haline getirilerek Kerkük’e bağlanmıştır. Saddam’la devam eden Araplaştırma politikası 1974-1985 yılları arasında zirveye çıkmıştı. Tuzhurmatu ve Kifri gibi Türkmen ilçe ve yerleşim bölgeleri Kerkük’ten koparılarak başka vilayetlere bağlandı. Malum olduğu üzere İngilizlerin Irak’ı işgalinden 2003 yılına kadar ister Monarşi ister Cumhuriyet döneminde olsun yönetim hep Sünni Arapların elinde olmuştur. Aşırı milliyetçilikleri ile bilinen bu kesim de genelde hep Türkmenlere karşı tutumlarını sürdürmüşlerdir. Kerkük’ü Araplaştırmak istemelerinin temel sebebi, bu şehri bir petrol üretim fabrikası olarak görmeleri ve bu şehri Araplaştırarak Türkiye’yi bu şehirden uzak tutmaya çalışmaktır. Nitekim 14 Temmuz 1959 Kerkük Katliamının ana amacı Türkiye’ye bir mesaj göndermekti. Bunun neticesinde İngilizlerin ilk işgal yılları hariç şehir ne ciddi bir yatırım ne de bir imar görmüştür. Aktör Değişti Niyet Değişmedi 2003’te Saddam’ın devrilmesinden sonra ABD’nin mutlak desteğiyle şehre dolan Peşmerge güçleri bu sefer şehrin Kürtleştirilmesinin habercisi olmuştu. Arkasından 50 kişiden oluşan Anayasa Komisyonunun çoğunluğunu Şii Araplarla Kürtler oluşturmuştur. Komisyonun iradesi ve bilgisi haricinde bu iki kesim arasında pazarlık neticesinde 2005 yılında yürürlüğe giren Anayasanın 140. Maddesi kaleme alınmıştır. Bu maddeye göre 31.12.2007 tarihine kadar başta Kerkük olmak üzere ihtilaflı bölgelerde önce normalleştirme sonra nüfus sayımı sonra da referandum yapılarak şehrin kaderi belirlenecekti. Bu madde 2007’den sonra kadük oldu. Ancak Kürtleştirme politikası daha da şiddetlendi ve şehre akın eden Kürtler, şehrin yarısından fazlasını oluşturmaya başladı. Türkmenlere yönelik suikastlar, kaçırmalar, rehin almalar ve tacizler giderek arttı. Haziran 2014’te DAEŞ tehlikesi baş gösterince Maliki Hükümeti tarihî bir hata işleyerek şehrin güvenliğini tamamen Peşmerge ve bir Kürt istihbarat teşkilatı olan Asayişe terk etti. Bu Kürt Kuvvetleri daha çok KYB’ye bağlı oldukları için katıksız bir Türkmen şehri olan Tuzhurmatu’da da söz sahibi oldular. DAEŞ’a karşı kurulan Şii ağırlıklı Haşd Şabi içinde Türkmenler de yer alınca, özellikle Tuzhurmatu’da KYB yanlısı Peşmergeler ile Türkmen yanlısı Haşd Şabi arasında sürtüşmeler baş gösterdi. 25 Eylül 2017 günü yapılan referandum ulusal ve uluslararası mahfillerde ilgi görmeyince Kürtler, büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. İran’ın siyasi baskısı ve Başbakan El İbadi’nin Haşd Şabi güçlerini harekete geçirmesiyle 17 Ekim 2017 tarihinde Peşmerge ve Asayiş güçleri büyük bir moral çöküntüsü içerisinde Kerkük ve Tuzhurmatu’yu terk etmek zorunda kaldı. Bitmeyen Pazarlık Bu kadar büyük bir hezimete ve dünya ülkelerine karşı bu kadar itibar kaybına rağmen KYB ve KDP’nin Bağdat’la olan Hükümet kurma pazarlığında Kerkük hep gündeme getirildi. Yetmedi, Kürt Bölgesinde yerel seçimin bitmesinin üzerinden aylar geçmesine rağmen ne Kürt Parlamentosu doğru-dürüst çalışmış ne de yerel hükümet kurulabilmiştir. Sebep ise çok tuhaf: İki Kürt partisi arasında kimin Kerkük’e vali olması konusunda mutabakata varamamalarıdır! Nitekim KYB, Kerkük valisinin kendilerinden olması fikrini KDP desteklemedikçe ne Kürt Hükümetine ne de Kürt Parlamentosuna katılacaklarını ilan etmiştir. Buna mukabil (Türkmen siyasetçiler hariç) hiçbir Iraklı yetkili çıkıp “Kerkük, Anayasa’nın süresi bitmiş 140. Maddesine göre ihtilaflı bölge değildir ve Bağdat’ın hükmüne tâbidir. Askeri kuvvetleriniz zaten bu şehirden çıkarıldı bir daha dönmeniz söz konusu değildir” demiyor. Diğer taraftan Irak’ta giderek tekrar kuvvet toplamaya başlayan ve Irak’ın siyasi işlerine karışmaya çalışan ABD’nin de Kerkük konusunda sürekli Kürtlerden yana fikir beyan etmesi manidardır. ABD’nin bu tarz söylemlerine de doğrusu sadece Haşd Şabi yetkilileri cevap veriyor. Kısacası Kerkük 2019 yılında da bir koz olarak Bağdat yönetimi ile Kürt yönetimi arasında pazarlık konusu olacağı ve Türkmenlerin de Kerkük mücadelesinin devam edeceği açıktır. Burada Türkiye ve İran’ın oynayacağı rol elbet de önem arz edecektir. Her halde her iki ülke de 21. Asırda bölgenin dağılma veya biteviye kalmasının anahtarının Kerkük olacağının idraki içerisindedir.