Edebî Kişiliği
İlk bölümde hayatı ele alınan Mehmet Latif Efendi’nin ne zaman şiir ve yazı yazmaya başladığı belli değildir. Ancak hayatı hikâyesinde de belirtildiği gibi düzenli bir eğitimden geçmiş ve uzun yıllar çeşitli devlet dairelerinde kâtip olarak görev yapması sayesinde şiir ve yazı yazmayı külfetsiz ve kolaylıkla başarabildiği anlaşılmıştır. O, ticari, ekonomik ve kültürel bakımdan Osmanlı İmparatorluğunun önemli merkezlerinden biri sayılan Selanik’te yetişmiş bir ediptir. Mehmet Latif, Selanik’te hem uzun bir müddet ikametinden dolayı hem de görevi gereği geniş bir çevre edinmiş, oradaki birçok devlet adamı ve kalem erbabıyla tanışma fırsatı bularak yakın ilişkiler kurmuştur. On beş günlük çıkardığı Mezra‘a-i Ma‘arif mecmuasındaki yazar kadrosunda da bunu izlemek mümkündür. Bunlardan eski şiir geleneğini devam ettiren devrin tanınan simalarından Osman Âgâh Paşa, Selanik’te Mekteb-i Osmanî Müdürü Muallim Sadî gibi şairlerle iyi münasebetler kurmuş, edebî musahabede bulunmuştur.[1] Aşağıya alınan manzume, Mehmet Latif Efendi ile Âgâh Paşa’nın bir edebî sohbeti sırasında irticalen müşterek söyledikleri gazeldir. Gazel, ilk defa Mehmet Latif Selanik’te bulunduğu yıllarda Mezra‘a-i Ma‘arif mecmuasını çıkardığı dönemde eşzamanlı yayımlanan Gonca-i Edeb mecmuasında neşretmiştir.[2]
Âgâh: Gerçi devrinde çok içtik bâdesin sürdük demin
Latif: Bezm-i dehrin görmedik hiç neş’e-i câm-ı Cemin
L: Giryeden müjgânına dizdikçe dürr-i eşkini
Â: Gonca reşkinden bütün gülzâra saçtı şebnemin
Â: Çekmem artık her demi bin vaslı te’min etse de
L: Ba‘d-ez-in alsın felek gühsâra yükletsün gamın
L: Zanneder âzâdeyim ‘aşkından ol zâlim beni
Â: Atmak ister boynuma gördükçe zülf-i pür-hamın
Â: Gâlibâ hem-bezm iken Âgâh ol meh-veş bu şeb
L: Lutfî dil-zâra açmış sırr-ı vasl-ı mübhemin
Eski şiir geleneğine bağlı kalan Mehmet Latif, az ve öz yazan şairlerdendir. Divan şairlerinin mazmunlarını andıran bazı berceste beyitler de söylemiştir:
Bir ufuktan ikisi sanki tulu‘ etmiştir
Kevkeb-i bahtım ile hâl-i siyâh-ı cânân
Çârsûy-ı dehrde bulmaz harîdârın yine
Söz değil dür yağdırırsa ebr-i tab‘ı şâirin
Eyleme Kârûn-ı dehre ser-fürû bir nân içün
Yere batsın genc-i gevher-bârı da dinârı da
Mehmet Latif Efendi az şiir yazmışsa da yazdıkları başka şairlerin şiirlerine ilham kaynağı olmuştur. Nitekim, Selanik’in velut şairlerinden Sadî Efendi’nin Mehmet Latif’in söylemiş olduğu şu:
Zâr gönlüm nâliş-i hicrân ile şeb tâ-seher
Bülbül-i şûrîde hâlin nağmesin taklît eder
beytine nazire olarak aşağıdaki gazeli yazmıştır:
Hangi dest ü hâme bilmem derdimi tahrîr eder
Hangi söz hangi lisân ahvâlimi takrîr eder
Ben o gam-âlûd-ı hicrânım ki çeşmim dem-be-dem
Dehre tûfân-zed belâ bârânını taktîr eder
Şerh olunmaz yaralar açtı firâk-ı yâr kim
Sîne teşrîh-hâne resmin yaradan tasvîr eder
Bir nasıl âlemde kalb olsun da te’sîr etmesin
Tîr-i âhım kim benim taş olsa da te’sîr eder
Ben mi icâd eyledim sevmek sevilmek âdetin
Bir sanem sevdim neden zâhidini tekfîr eder
Ben bu sûzişlerle Sa‘dî yana yana söylesem
Sözlerim âteş-perest iklimini teshîr eder[3]
Gazellerinde Lutfî mahlasını seçen şairin, yazı ve şiirleri edebiyat-şinaslar tarafından her zaman alaka ve takdir toplamıştır. Neşredilmek üzere, yeni yazmış şiirlerini mecmuaya gönderen Latif’e, Gonca-i Edeb mecmuası kendisine şu şekilde iltifat edilmiştir.
Ey lutf-ı tab‘i bî-bedel
Ey nazmı nesrinden güzel
Kilk-i latifinle gazel
Yazdıkça ver bu Gonca’ya
Ne var ki, Mehmet Latif Efendi sadece şiir yazma anlayışında eski geleneğe bağlı kalmamış, fikir ve düşünce yazılarında da aynı tutumu sergilemiştir. Dini inancına zıt ve Batı’dan gelen fikirleri kalemiyle sert şekilde eleştirmiştir.
Söz konusu, Selanik’te 1895-1908 yılları arasında çıkan Asır gazetesinin yazarlarından Ahmet Enverî’nin, gazetenin 30 Ağustos 1311 (1895) tarihli sayısında yayımlanan yazısı Elvah-i Hayat eserinden alınmış bazı şiirlerinin yorumundaki düşünceleri İslam dininin inançlarına aykırı bulan Mehmet Latif ona cevaben bir yazı yayınlanarak bir tartışma başlatmıştır. Uzun süre iki yazar arasında devam eden bu münakaşa, sonunda 19. yüzyıl Türk edebiyatının önde gelen isimlerden Recaizade Mahmud Ekrem (1847-1914) bu tartışmaya son vermek adına gazetede bir yazı yayımlamıştır. Recaizade, Edebiyat-ı Cedidenin bir temsilcisi olarak Ahmet Enverî’nin fikirleri haklı bularak böylece bu konuyu noktalamıştır.[4]
Bunların dışında, Mehmet Latif’in yine Selanik’te haftalık çıkan Mütala‘â gazetesinde yayınlanmış Ravza-i Mutahhara hakkında yazılan manzumesi ile bir makalesi tespit edilmiştir.[5]
Mehmet Latif Efendi ve Vesîle Kitabı
Mezra‘a-i Ma‘arif mecmuası dışında Mehmet Latif’in bilinen tek eseri Vesîle adlı kitabıdır. Tarikatlar arasında en çok Kadirî ve Nakşibendî tarikatlarının yaygın olduğu bir çevrede yetişmiş olan Mehmet Latif, bu eserde Nakşibendî tarikatının belli başlı şeyhlerinin hayatı, menkıbeleri ve bu tarikatın bazı hususiyetlerini kısaca yazmayı hedeflemiştir. Muhtemelen kendisi de Nakşibendî tarikatına mensup bir mürittir. Selanik Ma‘arif Meclisinin Vilayet Matbaasında basılan Vesîle kitabının üç baskısı yapılmıştır (1. baskı 1306, 47 sayfa; 2. baskı 1307, 83 sayfa; 3. baskı 1309, 90 sayfa). Eserin ikinci baskısında kitabın isminin alt başlığı şöyle vermiştir: “Sâdât-ı Silsile-i Nakşîbendîyyenin Ahvâl-i Târihiyye ve Şemâl-i Şerîfesini Mutazammındır”. Kitapta başta mukaddime ile tarikata ilişkin genel bilgiler, tarikatın ortaya çıkışı ve Nakşibendî kavramına ayrılmıştır. Eserde esas konu olarak Peygamber efendimiz ve bu tarikatın ilk öncüsü sayılan Hazreti Ebubekir Sıddık’tan başlayarak mürşitlerinin hayatları hakkında bilgi verilmiş, Mevlâna Halid-i Bağdadî ile son bulmuştur. Eserde yerine göre kimilerinin hayatı oldukça uzun tutulmuş ve menkıbelerine yer verilmiş, kimileri hakkında ise birkaç cümleyle kısaca bilgi vermekle yetinilmiştir. Yazar, ön sözünde bu kitabının yazılış gayesini, detaylı bilgilere değinmeden bu tarikata girmek isteyen salikleri gereken temel konuları hakkında bilgilendirmek için hazırlandığını ifade etmiştir. Ayrıca eserde meşhur İran şairlerinden Mevlâna Câmî, Mevlâna Celalettin Rumî ve Keçecizade İzzet Monla’nın Nakşîler ve Nakşibendî tarikatı hakkında yazılan şiirlere yer verilmiştir. Kitabının sonunda da Mevlâna Halid’in Silsilename adlı uzun Farsça manzumesine yer vermiştir. Eserin en son sayfasında Râmî adına bir şairin Vesîle’ye ithaf ettiği şu beyti yazılmıştır:
Bir tuhfe-i latîf-i sa‘âdet eliftir
Kesb-i yakîne ‘âşık için bir vesîledir
[1] Şairlerle ilgili bkz.: Mahmut Kemal İnal, Son Asır Türk Şairi, “Agâh Paşa”, Cilt 1, s. 32-34; “Sadî”, Cilt 2, MEB, İstanbul 1969, s. 1532-1534.
[2] Gonca-i Edeb, Birinci Sene, Cüz 10, 15 Şubat 1299 (27 Şubat 1884), s. 147.
[3] Gonca-i Edeb, İkinci Sene, Cüz 11, 15 Mart 1300 (27 Mart 1884), s. 161-165.
[4] Bu konuyla ilgili gazetenin şu sayılarına bkz.: Asır Gazetesi, 1311 (1895-1896), 30 Ağustos, s. 4; 13 Eylül, s. 4; 23 Eylül, s. 4; 27 Eylül, s. 4, 28 Teşrinievvel, s. 4; 8 Teşrinisani, s. 4; 15 Teşrinisani, s. 3-4, 22 Teşrinisani 3-4.
[5] Mütâla‘a Gazetesi, yıl 1, sayı 2, 30 Temmuz 1312 (11 Ağustos 1896), s. 2; yıl 1, sayı 3, 6 Ağustos 1312 (18 Ağustos 1896), s. 2-3.