Ahmet Telaferli
Anılarda Kalan Arkadaşlarım
Giriş
Ağabeyim Abdullah Mahmut Erbil’de bulunduğu için ben de liseyi Erbil’de okudum. Aziz Demirci de Erbil’de tayin olmuştu. Yaz aylarında kardeşi Rıza Demirci de tatil olunca İstanbul’dan gelir Erbil’de kalırdı. Her gün öğleden sonra ben, Hamza Osman, Nefi Demirci, Talat isminde bir arkadaş (soyadını şu anda anımsamıyorum) Miri Suyu’na kadar yürür ve dönerdik. Takriben 1,5 saat sürerdi. Rıza Bey bu sürede bize İstanbul ve Ankara hakkında bilgiler verirdi. Bizler “acaba kısmet olur bir gün biz de oralara gidebilir miyiz, diye hayal kurardık.
Rıza Demirci suçsuz ve günahsız olduğu halde zalim Saddam yönetimi tarafından adil bir muhakeme olmadan, diğer üç dava arkadaşı Abdullah Abdurrahman, Nejdet Koçak ve Adil Şerif idam edildiler. Nur içinde yatsınlar.
Ankara
21 Ekim 1951 tarihinde Ankara’ya vardım. Ankara’da üç yıl kaldım. Bu süre içinde gördüklerimi anlatacağım. Bir ay Ulus’ta Başkent Otelinde kaldıktan sonra ranza sistemli Hukuk Yurduna yerleştim. Ankara’da erkek yurdu vardı Koç Yurdu. Aylık ücreti 46 lira idi. Hep dolu idi. Ziraat Fakültesi Yurdunda, genelde Ziraat Fakültesinde okuyanlar kalırdı. Hukuk Yurdu Hukuk Fakültesinin arkasında üç katlı bir bina idi. Ranzalıydı. Biz burada kalırdık.
Abdurrahman Altun da bu yurtta kalıyordu. Aylık ücreti 27,5 TL sabahlar 7-8 zeytin, bir dilim ekmek ve bir tek çay kahvaltı olarak verilirdi. Banyo ve sıcak su yoktu. Yemek karşı bina Siyasal Bilgiler Fakültesinin alt katında öğrenciler için bir lokanta varı. Yemek iki tabak 65 kuruş, üç tabak 80 kuruştu. Genelde biz öğrenciler iki kap yemek yerdik. Ekmek serbestti.
Ulus’ta Meram Lokantasında bazen yemek yerdim. Orada Tıbbiye son sınıflarda olan Kerküklü Cemal Mustafa ile tanıştım. Yerli arkadaşlara Irak Türkleri hakkında bilgi verirdi, çok hoşuma giderdi. Ziraatta Ahmet Fahri, Enver Ali, Ercüment Avcı, Abdülkadir Altun; Veterinerde okuyan Suphi Müftü sonra Tıbbiyeye girdi. Birgün Ercüment Avcı ve Enver Ali’yi Sıhhıye’de oturdukları kaloriferli pansiyonda ziyaret ettim. Bana Bayram külçesi ikram ettiler.
Ankara’da tanıştığım arkadaşlar Mehmet Şerif, Yahya Emin, Tahsin Nurettin ve Salim Doğramacı Tıp Fakültesi öğrencileri idi. Salim Doğramacı hafta sonları akrabaları Yenişehir’de muayenesi olan Dr. İhsan Doğramacı’yı ziyarete giderken beni de götürürdü, yalnız gitmek istemezdi. 15-20 dakika kalırdık, konuşmalar bitince ayrılırdık.
Adnan Tahir orta boylu açık renkli, çok şık giyinen Ankara geleneklerine uyum sağlamış İstanbul lehçesi ile konuşurdu. Ankaralı bir kızla evlenmiş ve Siyasal Bilgileri Fakültesinde tahsiline devam ediyordu. Tıp son sınıflarına devam eden Mustafa Cemal isminde bir ağabeyimiz vardı.
İstanbul Beyazıt’ta Acem Kahvesi
Ben 1954 yılında Ankara’dan İstanbul Tıp Fakültesine nakil yaptırdım. Öğlen tatillerinde genelde öğrenci arkadaşların büyük bir kısmı gelir, burada bir çay içer ve sonra herkes kendi okuluna dağılıp giderdi. En önemli kişi Kerkük kökenli Emekli Albay Ali Rıza Bey amca idi. Üsküdar’da olan evinden her cumartesi öğleden sonra gelir, biz öğrencilerle Acem Kahvesinde 2-3 saat oturur giderdi. Bazı arkadaşların akrabası olduğu için arada bir amcayı evinde ziyaret ederlerdi. Çok değerli bir insandı. Nur içinde yatsın.
1975’te İstanbul’a son dönüşümde Kerkük Vakfı Başkanı İzzettin Kerkük ile Suphi Saatçi’yi Tepebaşı’ndaki tek odalı ofislerinde ziyaret ettim. Burada vakıf işleri ile Kardaşlık dergisini çıkarıyorlardı. Daha sonra merkezi Fındıkzade’de 4 odalı bir daireye taşındılar. İzzettin Kurtuluş’ta oturuyordu, kalbinden rahatsızdı. Buraya taksi ile gelip gitmek zorunda olduğu için her hafta düzenli gelemiyordu. Kendisini arada bir evinde ziyaret ettim. Telefonla konuşmalarımız devam ediyordu. İzzettin tefrikayı (bölücülüğü) hiç sevmezdi. Hayatını Irak Türklerine adamıştı. Bir akşam saat 8 sularında ona telefon ettim, dedi ki şimdi hastaneye yattım. Yardım istiyor musun, diye sordum, hayır dedi. Ertesi sabah ölüm haberini aldım çok çok üzüldüm. Çok değerli bir kardeşi yitirdik nur içinde yatsın. Cenaze ve dini merasim Zincirlikuyu’da bütün arkadaşların ve hemşerilerin duası ile yerine getirildi. Ruhu şad olsun.
Mehmet Gedik
1956’larda Abant gölü, bugünkü Bodrum gibi dillere destan olmuştu. Uyum içinde olduğum hemşerim Mehmet Gedik ile temmuz ayında trenle yola düştük. Aynı trende Adapazarı’nda arkadaşlarına gitmekte olan Yunus Terzioğlu ve nişanlısı vardı, onlar Adapazarı’nda indiler. Biz Bolu’ya kadar devam ettik oradan Abant’a minibüs ile vardık. İkindi vakti idi hava çok soğuktu. Bir tek otel vardı, otelde hiç boş yer bulunmadı. Orada Şeker Kampı ile Öğretmenler Kampı vardı. Her gece biri sıra ile eğlence yapıyorlardı. Gece saat 2’ye kadar şarkı, türkü söylüyorlardı. Hikâye anlatıyorlardı. Etrafında toplanıp ısınıyorlar. Gece saat 2’ye kadar biz de ısındık. Öğretmenler kampı idarecileri bize bekçi çadırını ve iki battaniye verdiler. Gece çok soğuk oldu sabaha kadar çivi kestik. Telafer deyimi ile sabaha kadar sepet ördük. Ufak bir kahvaltısından sonra İstanbul’a otobüsle döndük. Mehmet Gedik saygı duyduğum bir arkadaştı. Uzun süre PTT’de çalıştı. Vefat etti. Haberim olmadı. Fatih Camii’nden cenazesi kaldırılmış, Nur içinde yatsın.
Bu münasebetle Dr. Ahmet Gedik’ten de kısaca bahsedeceğim. Göz doktoru olarak Bağdat’ta çalıştı. Sonra geldi İstanbul’da bazı dispanserlerde çalıştı. Bel ağrısından şikâyetçi idi. Vefat etti. Cenazesi Erenköy Bağdat Caddesi Galip Paşa Camii’nden kaldırıldı. Dinî merasim yapıldı. Kardeşi Yaşar ve kızına baş sağlığı diledik. Dr. Yunus Terzioğlu’nun eşi ve kızı Nilüfer, Kerkük Vakfı adına Suphi Saatçi ve ben hazır bulunduk. Ruhu şad olsun ve nur içinde yatsın.
Bağdat’ta dört ay askerlik yaptım. Atlas otelinde kalıyorduk orada tanıdığım eğitimci Mehmet Bayız’ı 40 yıl sonra Kerkük Vakfında tekrar buluştuk eski günleri yad ettik. Namazına çok bağlıydı, ben ona softa derdim hoşuna giderdi. Günün birinde caddede düşüyor hastaneye kaldırılıyor orada vefat ediyor. Beylikdüzü’nde cenaze namazı kılındı. Ben ve Kemal Beyatlı bulunduk. Nur içinde yatsın.
Selahattin Hürmüzlü
Göz hastalıkları uzmanı olan Dr. Selahattin Hürmüzlü çocuk hastalıkları uzmanı Müyesser Hanım ile evli idi. Oğlumuz Bora küçükken arada bir ağlıyordu. Haseki Hastanesi Çocuk Bölümünde ihtisas yapan arkadaşlar, çocuğun sağlam olduğunu, hiçbir hastalığı olmadığını söylediler. Birgün Dr. Müyesser Hanıma da danışalım dedik. Müyesser o zaman annesinin evinde bulunuyordu. Sabah 11:00’a doğru gittik oturduk. Biz kahvaltı yapmıştık. Annesi çiğ börek kızartıyordu. Bir ikişer yedik. Çok hoşumuza gitti. İlk defa çiğ börek yemiş olduk.
Dr. Müyesser bir çocukta hastalık yoksa ağlıyorsa, o çocuk süte doymuyor demektir. Hakikaten keçi sütü (Pelergon) vermeye başladık, daha sonra ağlaması geçti.
Selahattin hep köyü Türkalan’dan iştiyakla bahsederdi. Kerkük’te ne kadar kaldığı, orada ne kadar hizmet ettiği hakkında bir bilgim yok. Fakat İstanbul’da Göztepe Hastanesinde kendisi göz doktoru ve eşi Müyesser Hanım çocuk doktoru olarak çalıştıktan sonra Tekirdağ’a nakloldular. Oradan emekli oldular. Sonra Selahattin hastalandı ve unutkanlık dönemi yaşadı. Şişli’deki evinde onu arada bir ziyaret eder konuşurduk. Eski günleri yad ederdik. Bir müddet sonra vefat etti. Şişli Camii’nde cenaze namazı kılındı. Ben bazen Dr. Müyesser ile telefonla konuşuyorum. Bazen onun yerine yardımcısı cevaplardı.
Selahattin Hürmüzlü, Nefi Demirci, Sati Arslan ve Hasan Bayraktar genelde birlikte gezerlerdi. Biz bunlara küçük liderler derdik. Hepsi tıp tahsilini bitirdikten sonra Kerkük’e gittiler. Kaç yıl orada kaldılar bilmem, fakat sonra İstanbul ve Ankara’ya döndüler. Sesi güzel olan Hasan Bayraktar iyi tecvid okuduğu için bazı cuma günleri Beyazıt Camiinde Cuma namazından önce Kur’an okurdu. Kerkük’ten Ankara’ya döndü. Orada vefat etmiş, Allah rahmet eylesin.
Sati Arslan Ankara’ya yerleşmişti. Hastalanmıştı. Arada bir Kardaşlık Dergisinde yazdığı şiirler yayınlanırdı. Ona telefon ederdim, çok memnun olurdu. Sonra vefat etti. Cenazesi Kerkük’e nakledildi. Babasının yanına gömüldü. Nur içinde yatsın.
Nefi Demirci Kerkük’ten döndükten sonra kadın-doğum ihtisasını yaptı. Samatya Hastanesinde çalıştı ve emekli oldu. Yine doktor olan eşi vefat etti. Nur içinde yatsın. Nefi tek başına yaşıyor. Çocukları var, onlar her zaman hizmetine koşuyorlar. Nefi siyasetle uğraşıyor. Kitaplar yazıyor. Amerikan askerlerinin Telafer’de yaptıkları vahşice katliamlar ve zulümler hakkında birkaç yazı yazdı. Kendisine Telafer adına teşekkür ederim.
Yunus Terzioğlu
Abant Gölüne giderken bizimle Yunus Abi nişanlısı ile trenle Adapazarı’na kadar gittik. Onlar Adapazarı’nda indiler. Akrabalarını ziyarete gidiyorlardı. Bu vesile ile Yunus Terzioğlu hakkında bildiklerimi kısa kısa anlatacağım.
İstanbul’da evlendi. Kerkük’te İl Sağlık Müdürü olarak çalıştı. Bu arada ailemle bir gece misafirleri olduk. Bizi iyi ağırladılar. Daha sonra bir akşam Yunus Ağabey, beraberinde genç Dr. Necdet beyle Telafer’de bizi şereflendirerek misafirimiz oldular. Gereken hizmetleri yaptım. Ertesi gün onları Telafer’in son hududuna kadar yolcu ettim. Ziyaretlerinden çok memnun oldum.
Dr. Yunus daha sonra Bağdat’a nakledildi. Tedavisine orada devam edildi. Bir müddet sonra vefat etti. Nur içinde yatsın. Halen eşi ve kimyager kızı Nilüfer Kadıköy Tüccarbaşı’ndaki dairelerinde yaşamaktadırlar. Oğlu ve ikinci kızı kadın doğum uzmanı eşi ve çocukları ile Amerika’da yaşamaktadır. Aile bağlantımız devam etmektedir.
Ömer Taha, Necdet Sevimli ve Adnan Lastikçi
Ömer Taha Londra’da bir yıl tıp okuduktan sonra İstanbul tıpta okumaya geldi. Açık benizli, orta boylu çok nazik ve kibar bir arkadaştı. Bize Londra’da günlük konuşma deyimlerini anlatırdı. Çok memnun olurduk. Sonraki yaşamı hakkında bir bilgim yok. Yaşıyorsa ona sağlıklı uzun ömürler dilerim. Vefat etti ise nur içinde yatsın.
Necdet Sevimli çok değerli bir arkadaştı. Tıp eğitimini bitirdi. Evlendi, çoluk çocuk sahibi oldu. Ağır bir hastalık geçirdi, vefat etti. Nur içinde yatsın. Kardeşi ile Kerkük Vakfı’nda görüşüyorum.
Adnan Lastikçi eczacılığı bitirdi. Kerkük’e döndü, orada çalıştı. Tesadüfen bir günlüğüne ben Kerkük’te iken ailesinden biri (anası veya babası) vefat etmişti. Kendisine baş sağlığı diledim. Bir daha onu görmek kısmet olmadı. Sağ ise uzun ömürler dilerim. Vefat etti ise nur içinde yatsın.
Cabbar Saatçi
Cabbar Saatçi, Ahmet Gedik ve ben Tıbbiyenin aynı sınıf öğrencileri sayılırdık. Cabbar giyim kuşamına çok dikkat ederdi. Genelde biz öğrenciler Laleli’deki ayakkabıcıdan 30 TL’ye ayakkabı alırdık. Kendisi Beyoğlu’ndaki Mahmut’tan 50 TL’ye ayakkabı alır giyerdi. Dürüst ve doğru bir insandı. Arkadaşlarını severdi. Levent’te Banka Evlerinden birinde oturuyordu. Bir kış gecesi birkaç arkadaş onu ziyarete gittik. Yedik eğlendik. O gece şiddetli bir kar yağdı, yollar kesildi. Otobüs çalışmaz oldu. Orada geceyi birlikte geçirdik. Ertesi gün sabahleyin kahvaltı yaptıktan sonra otobüsler çalıştı. Biz de Beyazıt ve Laleli’ye döndük.
Dr. Cabbar mezun olduktan sonra Kerkük’e döndü. Orada birkaç sene çocuk hastalıkları doktoru olarak çalıştıktan sonra Türkiye’ye döndü. Hanımı vefat etti. Ankara’da yerleşti. Kızı ile oturuyor. Kendisi Suphi Saatçi’nin ağabeyidir. Kendisine sağlıklı uzun ömür dilerim.
Osman Şengönül
Osman Şengönül Türkiye’de bir öğretmen hanımla evlendi. Kerkük’te bir müddet sonra Petrol Şirketinde çalışmağa başladı. Her haftanın bir günü Aynzale Petrol Şirketinde çalışanları muayene ve tedavi için Kerkük’ten uçakla geliyor ve aynı gün gereken muayene ve tedavileri yaptıktan sonra uçakla tekrar Kerkük’e dönüyordu. Bir defasında ailece bizi de oraya davet etti. Ailece gittik orada öğle yemeği yedik. Petrol Şirketini iyice gezdikten sonra teşekkür ederek Telafer’e döndük.
Dr. Osman daha sonra Türkiye’ye döndü. Anesteziyoloji ve Reanimasyon ihtisası yaptı. Edirne’de Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinde profesör oldu. Emekli oldu ve İstanbul’a yerleşti. Hanımı vefat etti. Nur içinde yatsın. Arada bir telefon ile görüşüyoruz. Çocukları kendi işlerinde uğraşırken kendisi tek başına Kadıköy Etem Efendi semtindeki evinde yaşamaktadır. Aramızda geçen bir konuşmada kendi dedelerinin Telafer’den geldiğini söyledi.
Mustafa Sabır
Erbil’de çalıştığım Tekel Müdürü Mehmet Hamasi bey ile kardeşi Fazıl Bey vasıtası ile İstanbul’da tıpta okuyan Mustafa Sabır ile ve eczacı Suphi Sabır ile tanıştım. Suphi eczacılığı bitirdikten sonra Kerkük’e döndü, mesleğini burada devam ettirdi. Mustafa mezun olduktan sonra bir ay müddetle izinli olan Musul’un tanınmış doktoru Dubunî’nin yerine bakmıştır. Bu doktora muayene olmaya gelen hastaların çoğu Telaferli olduğu için Telafer’de serbest doktor olarak çalışmaya karar vermiş ve çok da başarılı olmuştur. Her gün 40-50 hasta gelmeye başlamıştır.
Halkı sıkmadan orta derecede bir vizite parası aldığı için Telafer’de ün kazanmıştır. Bu yüzden Telafer’de şöyle bir dedikodu yayılmıştır: “Dr. Mustafa her çocuğa bir iğne yapmış, çocuklar ölmemeye başladığı için şimdi sokaklar çocuklardan geçilmiyor.”
Dr. Mustafa Kale’de iki ev aldı. Kendisi Kale’de oturuyordu. Muayenehanesi çarşıda idi. Son zamanlara kadar çalıştı. Yaşlanınca kendi arzusu ile Telafer’den ayrıldı. Yaz aylarında Bodrum’da aldığı evde kalıyordu. Kendisini evinde son iki senede iki kere ziyaret ettim. Son ziyarette tavla oynadık. Beni yendi çok memnun oldu. Son zamanlarda bir işitme sıkıntısı çekiyordu. Çok üzülüyordu. Arada bir telefon ediyordum, eşi Emel Hanımın yardımı ile anlaşıyorduk. Son görüştüğümüzde Suphi’yi sordum. Akşam bize geldi, birlikte yemek yedik, sabahleyin vefat etti dediler. Ben de üzüldüm ve baş sağlığı diledim. Daha sonra Dr. Mustafa’nın vefat haberini aldım. Bodrum’daki evine telefon ettim, oğlu Ahmet ve eşi Emel Hanıma baş sağlığı diledim. Nur içinde yatsın.
Suphi Pasvanoğlu/Şeref Pasvanoğlu
Suphi bağnaz bir Galatasaray hayranı idi. Galatasaray bir gün yenildi. Suphi Taşkasap’ta oturuyordu, ben de Gençtürk caddesinde oturuyordum. Yürümeyle 10-15 dakikalık bir mesafe. Fakat gittim Aksaray PTT’den ona bir tebrik telgrafı yazdım. Her halde telgrafı alınca üzüntüsünden sabaha kadar bana küfretmiştir. Haydarpaşa Numune Hastanesinde iç hastalıkları uzmanlık diploması almıştı. Bir müddet Kerkük’te çalıştıktan sonra İstanbul’a döndü. Burada çalıştı ve vefat etti. Nur içinde yatsın.
Şeref Pasvanoğlu’na Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra psikiyatri kliniğinde çalışan çok saygı değer bir hemşire ile evlendi, çok mutlu idi. Ben Çapa’da iç hastalıkları kliniği (Ekrem Şerif Egeli) de ihtisasımın son yılında Şeref Pasvanoğlu ve Şit Addogil ile bu kliniğe intima ettiler. 4 yıl ihtisas sürelerini doldurup diplomalarını aldıktan sonra Kerkük’e döndüler. Orada doktorluk vazifelerine devam ettiler. Dr. Şit Kerkük’te Neftçilere mensup bir kızla evleniyor, çocukları oluyor. Uzun bir süre çalıştıktan sonra vefat ediyor. Ailesi Kerkük’te yerleşiyor. Nur içinde yatsın.
Dr. Şeref Kerkük hastanesinde çalışırken bir doktor hanımla evlenmek mecburiyetinde kalıyor. Bundan sonra Kerkük’teki yaşamı hakkında bir bilgim yok. 2010 yıllarında Sümerbank Üroloji uzmanı arkadaşım ve akrabam Dr. Mehmet Haydaroğlu ile sohbet ederken bana dedi ki “Ahmet abi geçenlerde bir kadın poliklinikte bana baktı, ben de ona baktım, sanki bir yerden onu tanıyor gibi geldi bana. Sonra Dr. Şeref beyin hanımı olduğunu hatırladım. Şeref’i sordum. Dedi ki geri geldi Şeref, çok ağır bir hastalık geçirdi (CN) vefat etti.”
Bunu duyunca çok üzüldüm. Dr. Şeref çok temiz, düzgün bir arkadaşımızdı. Nur içinde yatsın. Adreslerin bilmediğimiz için bu aile ile ilişkimiz kesilmiştir. Parlak bir yıldızımız battı, gitti.